KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
16 Nisan 2024 Salı
24 °C Güneşli
Savaş Sekin
savassekin@gmail.com

Suriye ve dış politika ufkumuz

04 ARALIK 2012 SALI 06:43
0
6594
5
AA aa

Son yıllarda özellikle Ortadoğu coğrafyasında gerginlikler, iç çatışmalar ve savaşların ardı arkası kesilmiyor. Adeta biten her sancılı süreç yeni bir sancılı sürecin başlangıcı oluyor.

Komşu ülke Suriye'de de benzer mahiyette çatışma ve iç savaş sürecinin başlaması Türkiye açısından önemli bir kırılma noktası ve imtihan mahiyetinde.

Özellikle Suriye'de muhalifler ve Esad güçleri arasında yaşanan iç çatışmalar ve bu çatışmalar sebebiyle yaşanan olaylar, Türkiye'nin dış politikasının sorgulanması anlamında kamuoyunda bir takım farklı görüş ve algılar ortaya çıkardı.

Muhalefet, hükümeti adeta topa tutarak hükümetin Türkiye'yi savaşın eşiğine getirdiğini, düşman kazandırdığını ve Türkiye'yi bölgede yalnızlaştırdığını öne sürmekte. Eleştirilerin en büyük hedefi doğal olarak Başbakan Erdoğan ve onun yanında Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu yer alıyor.

Türkiye'nin neden böyle bir tavır takındığından öte, daha çok Türkiye'nin takındığı tavır neticesinde gelişen olaylar üzerinden muhalefet yapılıyor.

Oysaki sebepler dairesini ve tarihi arka planı göz ardı ederek sadece sonuçlar ekseninden Türkiye'nin Suriye politikasını değerlendirmek bir basiret hatası ve samimiyet eksikliğinden öteye gitmez.

Ahmet Davutoğlu'nu bakan olmadan ve siyasete girmeden önce bilenler onun ne derece zeki ve donanımlı olduğunu, uluslararası ilişkilere ve bu ilişkilerin tarihsel gelişimine ne derece hâkim olduğunu bilirler. Uluslararası ilişkilere olan hâkimiyetini “stratejik derinlik” isimli kitabıyla, manevi kişiliğini de yazdığı Kur'an mealiyle resmetmiştir.

Amacım Davutoğlu'na methiyeler dizmek değil, onun bu yönlerini vurgulamak ve klasik bir siyasetçi olmadığını ve bu ülke için bir değer ve fırsat olduğunu dile getirmektir.

Suriye'deki olaylar basit bir isyan olmaktan öte, Ortadoğu coğrafyasının yaşadığı Batı menşeli tarihsel sömürgeci ve uluslararası siyasi mühendislik faaliyetlerinin ortaya çıkardığı sıkıntılarla paralellik gösteriyor.

Osmanlı'nın Ortadoğu'dan çekilmesinin hemen akabinde Batılıların Arap coğrafyasını küçük topluluklara bölerek ve aralarından bir takım sinsi hesapların ürünü olan yapay sınırlar çekerek onları küçücük devletçiklere ayırdığını, bu devletçiklerin başlarına da kendilerine yüksek sadakatle bağlı diktatör kişilikler ve rejimler yerleştirdiğini hepimiz biliyoruz.

Bu ayrıştırma faaliyetlerinden sonra Ortadoğu'daki İslam Coğrafyası tam bir çıkmaz ve kaos içerisine girdi. Halkını sopa ile terbiye eden sahte şeyhler, sahte rejimler.. Bu ülkelerde ne ilimden, ne gelişmişlikten, ne de eğitimden yana herhangi bir parıltı ve hareketlilik görmek mümkün olmadı. Sürekli geride kalan, gelişen Batıya gıpta ile bakan ve müthiş bir eziklik psikolojisine giren İslam toplumu üretildi.

Ömür boyu iktidarda kalan ve halkının yaşadığı sefalet karşısında kendisi zevk-u sefa içerisinde son derece lüks hayat yaşayan, Avrupa ülkelerinde milyonlarca dolarlar harcayarak alışverişler yapan, elbisesi halka benzer, kalbi de Batıya benzer diktatörlerin, halklarını inim inim inlettiğini hepimizi gayet iyi biliyoruz.

Bu coğrafyanın bir an önce kendine gelmesi, prangalarından kurtulması, etrafına örülen şeytani ağları yırtarak dışarı çıkması elbette burada yaşayan Müslümanların haklarıdır ve bu kaçınılmaz değişim olmalıdır. Yaklaşık yüz yıllık bir baskı ve yıldırma sürecinden bir anda kurtulmak elbette ki mümkün olmayacaktır. Bu süreç acılı, sancılı ve maalesef kanlı da olabilir.

Onbinlerce sivil insanı acımazsızca katleden bir Hafız Esad'ın oğlu, ancak onbinlerce sivil insanı acımasızca katleden bir Beşar Esad olabilir. Bu katilleri Suriye halkı özgür iradesiyle belirlemedi elbette. Suriye halkının celladını Suriye halkı değil, cellat Batılılar seçmiştir.

Türkiye, hatasıyla doğrusuyla yüzyıllarca bu medeniyete sancaktarlık yapmış, onlarca milleti kavgasız, çekişmesiz ve özgür bir şekilde bünyesinde barındırabilmeyi başarabilmiş bir imparatorluğun mirası üzerine kurulu. İslam ülkelerinin Türkiye'ye olan bakış açısı, beklentileri çok daha farklı bir düzeyde. Bu teveccüh elbette bizim başarımızdan öte, Osmanlı'nın zihinlerde bırakmış olduğu bir iz.

Madem bu yük bu toprakların omuzlarında, madem bu medeniyetin mensubu birçok ülke bu topraklardan büyük bir ümit ve adım bekliyor, o halde bizler üzerimize düşen bu tarihi görevi yapmak zorundayız.

Bu coğrafyanın insanları kendi halkı üzerine bombalar yağdıran, çocukları, kadınları, yaşlıları katleden bir diktatöre alkış tutamaz. Camileri, minareleri yerle bir eden bir diktatöre alkış tutamaz. Onbinlerce sivil insanı merhametsizce katleden bir diktatöre alkış tutamaz. İslam coğrafyasının kadim şehirlerinden olan ve içerisinde büyük manevi miraslar barından Halep'i, Şam'ı bombalara boğan bir diktatöre alkış tutamaz.

Ezenin değil, ezilenin yanında olmak bizim en büyük özelliğimiz değil midir? Güçlünün değil, haklının yanında olmak bizim en büyük özelliğimiz değil midir?

O halde ezilen Suriye halkının yanında olmak, sınırlarımıza dayanıp bizlere sığınan kardeşlerimizi en güzel şekilde ağırlamak ve ekmeğimizi onlarla bölüşmek nasıl olur da yanlış olabilir! Zalime, “sen zalimsin, ben seninle olamam ve sana alkış tutamam” demek nasıl olur da yanlış olabilir!

Türk Dışişleri, Suriye ve diğer Ortadoğu coğrafyasındaki gelişmeleri günlük çıkarcı ve basit hesapların çok ötesinde neden sonuç ilişkileri, gelecek kurguları ve geleceğe dair mefkûre ve ufuklarla birlikte bu tarihi ve manevi sorumluluk altında düşünerek değerlendirmiş ve adımlarını buna göre atmıştır.

Bir yandan umarsız, işine ve çıkarına göre insan hakları savunucusu kesilen vahşi Batı'nın oyunlarına ve dolduruşlarına gelmeden, bir yandan da tarihi görevini ifa etmekten kaçınmadan aktif olarak izlenen ferasetli bir orta yol politikasını doğru ve yerinde görüyorum.

Mezhepsel ve bir takım siyasi kaygılarını mazlum sivillerin ölmesinden daha üstün gören İran'ın, siyasi kaygılarını ve çıkarlarını daha önemli gören Rusya'nın Türkiye'ye karşı tavır almasının, Türkiye'nin bu tarihi sorumluluğunu ifa etmesinin yanında bir zerre miktarı ehemmiyeti olamaz. Onlar siyasi çıkar kazanma peşinde, Türkiye ise kalp ve gönül kazanma peşinde. Akıbet çıkar ehlinin değil, gönül ehlinindir.

Eminim ki; Başbakan Erdoğan'ı ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nu Suriye politikasında hedef tahtasına koymaya çalışanlar, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler'de Filistin'in “Üye olmayan Gözlemci Devlet” statüsü kazandığı ve Filistin'in devlet olarak kabul edilmesi anlamına gelen tarihi oylamada 138 ülkenin Evet oyu, sadece 8 ülkenin Hayır oyu kullanmasının dış politikadan anlamayan insanların beceremeyeceği kadar tarihi ve büyük bir olay olduğunu anlamışlardır. Yoğun bir çalışma temposu ve diplomasi sayesinde gerçekleşen bu başarı gündelik politikaların değil, basiretli ve çok yönlü bir dış politikanın mahsulüdür.

Suriye konusunda nasıl bir vizyonla hareket ediliyorsa, Filistin konusunda o vizyonlar hareket edilmiştir.

Herkesin, her fikrin ve projenin hata ve kusurları olacağı gibi elbette ki Türkiye'nin Suriye politikasında da hata ve kusurlar vardır ve olacaktır da. Ancak ana hatlarıyla ve beslendiği dayanaklar itibari ile bu politikanın omurgası sağlam ve doğrudur.

Her ne kadar zahirde Türkiye'nin ticaretinde komşularıyla ilişkilerinde bazı sıkıntılar var gibi görünüyorsa da bunlar doğrunun bedelidir ve katlanmaya da değer.

Umarız ki, ilerleyen zamanlarda doğrulmak ve doğrultmak için doğruluğun bedelini göze alan bu sorumlu politikanın doğru ve hayırlı neticelerini de yine birlikte göreceğiz ve her şeyin şahidi olan zaman bunu bize tüm sonuçlarıyla gösterecek.

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
OSMAN HK (@Misafir_10981)
17 Aralık 2012 Pazartesi 11:24
YA ALLAH ASKINA ESADA SAVAŞ AÇMIŞSINIZ. PEKİ KATAR VE SUDİ ARABİSTANDAKİ O YALAKCI VE ABD YANLISI DİKTATÖRLERE NEDEMELİ.DÜŞÜNÜN SUDİ ARABİSTAN ÜLKESİNDEKİ TECAVÜCZÜ VE KATİLLERİ SURİYEYE KARŞI SAVAŞIRLARSA AF EDECEĞİNİ AÇIKLAMIŞ YA BUNLARDA NASIL BİR ANLAYIŞ VAR.BU HİÇ MÜSLÜMANLIĞA SIĞAR MI?
ALİ gercek (@Misafir_10972)
17 Aralık 2012 Pazartesi 00:50
MAKELENİZ COK YANLI,SİZİN GİBİ DÜŞÜNENELER HAÇLILARLA BİRLİK OLUP SURİYEYE SAVAŞ AÇMIŞ,MALESEF HAÇLI ZİHNİYETİ MÜSLÜMANLARI BÖL PARÇALA YÖNET COK GÜZEL İŞLİYOR.ALLAH SONUMUZU HAYIR ETSİN.sayın yazar kutsal kitabımızda maide suresi 51 ayete bakarmısınız
abdullah samuk (@Misafir_10764)
06 Aralık 2012 Perşembe 12:40
gerçektende doğru söylemişsiniz sayın yazar dürkiye dost kazanmaya çalışıyor ama türkiyenin hiç birşeye ihtiyacı yok ta
NECATİN (@Misafir_10748)
05 Aralık 2012 Çarşamba 19:28
MAŞAALLAH BAREKALLAH ÇOK GÜZEL BİR YAZI KALEME ALMISINIZ MÜSLÜMAN KARDEŞİM ALLAH ÖMRÜNÜZÜ UZUN BAKIŞINIZI KESKİN ETSİN ALLAH HAK YOLDAN AYIRMASIN
Ebubekir (@Misafir_10734)
04 Aralık 2012 Salı 10:33
Sayın yazar, meseleyi enine boyuna ele almışsınız çok güzel bir yazı olmuş, umarım bu politikayı eleştiren CHP ve BDP de siyaset yapan insanlarda Türkiye'nin Suriye politikasını anlarlar. Suriye halkına da en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşmalarını Allah (C.C.) nasip etsin.
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın