KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
19 Nisan 2024 Cuma
19 °C Güneşli
Yılmaz Ekinci
yekinci07@hotmail.com

Kalkınma ve Sistem Krizi

20 MART 2021 CUMARTESİ 11:02
19
8988
6
AA aa

Beşeri bir organizasyonun ürünü olan devlet veya devlet aygıtları, kamu ve özel kesimin ürettiği faaliyetlerin sonucunda elde edilmiş olan hasılanın dağıtımı ile ilgili çeşitli enstrümanlara sahiptirler.

Bu enstrümanın başında vergi gelmektedir. Toplanan vergilerin insanların kalkınmasına harcamak, devletin asli görevlerinden sayılmaktadır. Ama bu her zaman böyle olmaz. Bazen toplumun bir kesimi teşviklerle, sübvansiyonlarla, vergi ve gümrük taifeleri ile bilerek ödüllendirilir. Onun için kalkınma, refah ve milli gelir paylaşımı arasında siyasal sistemin yapısı ile politikacılar arasında direk bir ilişki vardır.

Kalkınma sürecinde olan ülkelerin en önemli kırılma noktalarını oluşturan bir tarafta yapısal sorunlar, diğer tarafta siyasal sorunlar eşliğinde nükseden ve küreselleşme ile birlikte iç içe geçen sorunların oluşturmuş olduğu kriz düzlemi ve ekonomik bağımlılık ilişkisi bu sorunların tek taraflı çözümünü zorlaştırmaktadır. Kalkınma, sadece ekonomik büyüme verileri ile değil, siyasal, toplumsal ve demokratik kurumsal gelişmelerle paralellik arz ettiğinde ancak “kalkınma” kavramının niteliğinden bahsedebiliriz.

Kalkınma, sosyo-kültürel dinamiklerle desteklenmediği müddetçe bir anlam ifade etmez. Salt nicel gelişme modern dünyada refahın bir ölçütü olarak gösterilmez!

Günümüzde kalkınma, ekonomik büyümenin yanı sıra “insani gelişmişlik” gibi kavramları içine alacak şekilde çok boyutlu bir anlayışla tanımlanmaktadır. Fertlerin iktisadi, beşeri ve yönetsel potansiyellerini harekete geçiren dinamik bir süreç olarak görülmektedir. Elbette kişi başına düşen pay, fiktif bir değer olarak anlamlıdır, fakat kişilerin yaşam kalitesini izah etmekten uzak olduğu da ortadadır. İhtiyaç ve tüketim endekslerinden farklı parametrelere ihtiyacımızın olduğu bir realitedir. Yaşanabilir sosyal mekânlar, ulaşılabilir trafik alternatifleri, erişilebilir sağlık ve sosyal politikalar vb. gibi etkenler sağlanmadığı müddetçe kalkınma sadece istatiksel bir veri olarak kalacaktır.

Kapitalist mantığa göre “kalkınma”, sadece ekonomik parametreler tarafından belirlenen ve “nicel” gelişmeler kapsamında ölçülmesi gereken bir durumdur. Oysa kalkınma, sadece kişi başına düşen tüketim olgusu ile açıklanamayacak kadar geniş bir kavramdır. İnsanlığı, tümüyle tüketim fetişizmine indirgeyen bir anlayış, gelişmenin ve ilerlemenin kendisi olamaz.

Kalkınma, refah ile birlikte insan yaşamında estetiğin ulaşmış olduğu konfor ile birlikte beşeri münasebetlerinin sosyalizasyonu olması gerekirken, bugün insana hükmeden maddi ve manevi müeyyidelerin toplamına dönüşmüştür.

Günümüzün en önemli sorunlarında birisi sistem krizidir. Sistem krizinin kökeninde sistemin yaratmış olduğu insan profili yatmaktadır. Modern insanın yaşamını düzenleyen bürokratik mekanizmanın insani değerlerden yoksun oluşu, krizleri tetiklemektedir. Bugün finansal ve mali krizin en büyük sebebi özel ve kamu sektörünün yaratmış olduğu “değerler” sisteminin çöküşüdür.

Modernist paradigmaya göre insan, kainatın temel öznesi ve kurucu unsurudur. Bu algının doğal sonucu olarak ister istemez kurucu düzenin hegemonik bir dile neden olması için hiçbir gerekçeye ihtiyaç yoktur.

Böylece kalkınmanın kendisi bir “amaç”a dönüşecek ve insanlar da daha “fazla şeye sahip olmak”la daha huzurlu ve mutlu yaşayacaklarına inanacaklar(dır). Bir zamanlar karanlığın ve yırtıcı hayvanların gölgesinden korkan insanoğlu artık hükmeden bir varlığa dönüşecek; suların akması, rüzgarın esmesi ve yağmurların yağması ondan sorulacaktır. Nasılsa tanrıların dergâhından çaldığı “ateş” (prometus söylencesi) artık onun emrindedir. Modern insan bu paradigmadan sonra hesap verecek, sorguya çekilecek bir inanışa sahip olmayacaktır. Bu tür düşünüş biçimini, bütünü ile hurafe olarak görecektir. Çünkü modern bilim, tanrıyı insan hayatından söküp attığı gibi, insanı da modern mitlerin kucağına itmiştir.

200 yıldır Batı uygarlığının iktisadi, siyasi, beşeri kültürüne maruz kalan dünyanın diğer toplulukları, kendi gelişmemişliklerini “Batı” tipi gelişmeyi referans alarak sağlayacaklarını zannettiler.

Oysa bir dönem veya bir topluluk için geçerli olan olguların varlığı, uzun tarihsel yerindelik olgularını içeren gerçekleri gölgeliyorsa, orada rasyonel bir yapılanmanın iyi kurgulanmadığının göstergesidir. Günlük kısa vadeli çözümler her ne kadar bizi duygusal olarak tatmin etseler de aklın sularında hareket etmenin daha kalıcı olduğunu unutmamak gerekiyor.

İnsan sadece yaşadığı çağın sorumluluğu ile sınırlandırılmış bir varlık değildir; düşünme biçimimiz, karar veriş şeklimiz geleceğimizi ipotek altına alabilir. Onun için gelecek kuşakların haklarını etkileyebilecek bir mekanizmayı kurmaya çalışırken; esnek, yapıcı ve sorumluluk taşıyacak şekilde hareket edilmeye gayret edilmelidir. Günlük, tepkisel, bir yerlerden aşırılmış reaksiyoner çözümler toplumun hareket yeteneklerini kısıtlamamalı ve geleceği esaret altına almamalıdır. Hayatın bütünlüğünü sağlamaya yönelik düzenlemeler, uzun vadeli aklın süzgecinden süzülmüş gerçekler olmasına dikkat edilmelidir

Modern mitin iki kurumsal ağı vardır; şirketler ve şirketlerin yönettiği bürokratik devletler ağı. Bu iki sarmal ağ, insan hayatına tarihin hiçbir döneminde olmadığı gibi girmişti. Mutlak üstünlük onlardaydı ve kural koyma tekeline sadece onlar sahipti.

Kral ölmüştü.

İnsanoğlunun tarih boyunca kazanmış olduğu tecrübeler ve birikimler yok sayılacak ve yeni normlar bürokratik, oligarşik ve bu düalist yapı tarafından vazedilecekti. Bizim adımıza nelerin “iyi” ve nelerin “kötü” olacağı hakkında karar veren tek merci onlar olacaktı. Nihayette oldular da! Artık bizim adımıza onlar düşünecek ve bize kol kanat gerecek mutlak aklın son temsilcileri onlardı.

Bütün bir varlık alemi bu sınırlı akla teslim edildi.

Egemenlik kayıtsız şartsız Tanrı Devleti'nden alınıp fiktif bir şekilde oluşturulan ‘ulus- devlet'e yani  ‘Yeryüzü Tanrı ‘sına verildi. 

Ve Nietzsche'nın dediği gibi Tanrı ölmüştü (!..)

Din, ritüele ve kalplere hapsedilecek ve kamusal alanda görülmeyecekti. Artık insanları felaha çağıracak bir Mesih de olmayacaktı. Mesih, çarmıha gerilmiş ve modern mabetlerde kanı kapitalist şamanlar tarafından medya ve reklam aracılığıyla kitleleri uyutmak amacıyla servis edilecekti.

Evrensel olan bütün çağrılar ya susturulmuş veya yeni eğitim tedrisatı tarafında arkeik olarak kodlanıp müze raflarına kaldırılmıştı.

 Nihayetinde insan iradesi ipotek altına alındı ve ruhu makine çarklarına teslim edildi. Rahmetli Nurettin Topçu hocanın değişiyle; “kendi dışımızda nereye koştuksa gurbette kalmıştık!”

Bütün insanlık bir hiç hükmüne dönüştürüldü!

Arafta kalmanın sancısı ağırdı. İnsanlık kan kaybediyordu.

Jean-Jacques Rousseau'nun tabiriyle, “Devletler ve şirketler büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülüyor”du.

Bu durum tümüyle modern planlamanın ve kalkınmanın ta kendisiydi. Ruhlarımızın teslimiyeti karşısında; bize iş, aş ve güvenlik vaaz eden bu evvel akıl sahipleri üniversitelerde bilimsel risalelerini neşretmekten hiç yüksünmediler.

Bireyi yeryüzünün efendisi ilan ederek diğer varlıkların yaşam alanlarını yok etmekten korkmadılar. Çünkü taptıkları akıl onlara bunu emrediyordu. Bireyi kâinatın efendisi ilan edenlere en iyi cevap yine kâinatın kendisi tarafından verilecekti. “Sonsuz ihtiyaçlar ve kıt kaynaklar teorisi”, egoizmi; egoizm de kaynakların tüketimine neden olacaktı. Bu kalkınma anlayışının tüketimi kutsamaktan başka bir işe yaramayacağı ortada idi. Ama modern insan için “neye mal olursa olsun” kâinatın efendisi olmak vazgeçilmez bir tutkuya dönüşmüştü.

Yaşamın coşkusu kaybolmuştu. Ve insanoğlu köstebekler gibi bir şeylere sahip olmaya çalışırken, istif edilen şeyin onun derdine çare olamayacağını unutmuştu. Kadim mabetlerin yanında spektrumlu, şaşalı, çok katlı kapitalizmin mabetleri dünyanın her tarafında Babil kuleleri gibi insanoğlunun ruhunu metafor ederek ona yeni bir kimlik/ ilah kılmaya çabalıyorlardı. Modern mühendislik bilimi ise tüm enerjisini bu yeni firavunlara yeni ziguratlar inşa ederek harcıyordu. Çünkü güç ve iktidar her zaman cahil yığınların gözünde hacimsel büyümenin en iyi göstergesidir. Bu durum çok sürmedi. Şehirler yaşanmaz oldu. Mekânsal alan ile besin zinciri arasında öngörülmeyen sorunlar peyda oldu.

Bu azgın azınlık servetine servet kazanmaya devam ederken Uzakdoğu'da gelen pandemi ile birlikte bütün bir dünya sarsıldı. Artık sistem dikiş tutmaz olmuştu. Kriz, kapitalizmin her ne kadar diriliş amentüsü olsa da, kozmos da gelen sarsıntı ise onun uzun yaşamayacağının göstergesidir. 

 İnsanın unuttuğu bir şey vardı: Çok şeye sahip olmakla daha fazla mutlu olunmayacağı gerçeğiydi. Fıtratın kanunlarına göre davranış geliştirmek onun için son bir şanstır. Çünkü insan kâinatın bir parçasıdır; kâinat ise insanın bir parçası değildir. Aksi takdirde bu kalkınma ve büyüme miti, kutsal metinlerde zikredildiği gibi, yerde ve gökte bozulmaya neden olacağı apaçıktır.

İnsan, kâinatın efendisi olamaz, olmamalıdır da!

Aksi takdirde bu yırtıcı yaratığın nerede duracağı belli olmaz.

 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Misafir Kullanıcı (@Misafir_82055)
23 Mart 2021 Salı 16:58
Emeğine,kalemine sağlık. Duygularımıza tercüman oldunuz. selametle ,sağlıcakla
Misafir Kullanıcı (@Misafir_81997)
21 Mart 2021 Pazar 15:30
Pratiğe aktarilmamis teorik söylemlerin hiç bir karşılığının olmadigini kalemi alan herkesin bilmesingereken bir durum, oturup kitapları önüne almakla cafcaflı yazılar yazmak modası geçmiş şeylerdir, bu tür yazılar akademik hayata karşılığı olan teorik şeylerden başka bir şey degildir, burada yazdığınız yazı elbette kıymetli ve çok önemli, ama bir girdi çıktı muhasebesiyle bakmak lazım, bingolun gerçekten sorunlarının birnan önce bele alinip halledebilmesin gerekir, bu kadar kahvenin olduğu bir yerde kalkınmada bahsetmek modern hayatan bahsetmek, insanı gelişmişlik endeksi den bahsetmek, abest
Misafir Kullanıcı (@Misafir_82054)
23 Mart 2021 Salı 16:49
@Misafir Kullanıcı YANİ BENDE VARIM DİYORSUN
Misafir Kullanıcı (@Misafir_81993)
21 Mart 2021 Pazar 08:31
Yaziniz cok akademik olmuş, seviye baya buyuk. Hangi kesimlere hitap ettiginizi hesaplamalisiniz. Hani bir soz vardir; Senin bilgin karsindakinin seni anladigi kadardir. Cok anlamli konulara deginmissiniz lakin yazdiklarinizi Çoligce yazmaliydiniz. Vesselam..
Misafir Kullanıcı (@Misafir_82009)
21 Mart 2021 Pazar 22:54
@Misafir Kullanıcı ordan burdan alıntılar var
Misafir Kullanıcı (@Misafir_81981)
20 Mart 2021 Cumartesi 18:51
Detay dergisine verilen mülakatları okudum ilk okula giden çocuklar bunlar 'dan iyi mulakat verirdi askerlik anılarını anlatmışlar burda doğdum çocukluğum koy 'de geçti bu ilin hiç bir soruna değinmemişler kardeşim bu ilin işsizlik sorunu var bu il sürekli göç veriyor bir il göç alıyorsa bilinki o il 'de is var.birazcik beton işi vardı o is 'de öldü bakiyor sun hep aynı aileler aynı yüzler ne yaptınız bu ile gelin bingöl de açık oturum yapalım orda kendinizi ifade edin
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın